1. Anlamın üzerini örten, yaşamımızdan ve dünyadaki şiirsel konumlanışımızdan çıkardığımız düşünceyi gölgeleyen her türlü tekniği reddetmeliyiz.
2. Sanatın acıyı fark ettiği etten ve kemikten dakikaları olacak mı? İnsanı dünyadaki trajik ikametinde bilmenin kavi zemini sanatın altından neden çekildi? Şiir ortamımızın deneyselbiçimselgörselişitselvideosal kolaycılığında şair artık teknik bir züppe mi? Şiirimizin biçim ve deney karşısında ikinci ergenliğini yaşadığı bugünlerde sorularımız bunlar.
3. Bilimin doğanın sabit yasalarını arayışı gibi sanat da insanın sabit yasalarını aramayı amaçlamalıdır. Sanatsal arayışın en yüce ereklerinden biri budur. İnsanda sabit bir yasa olup olmadığı probleminin dışındadır bu arayışın değeri. Ancak bu sabite aranırken gerekli görünen teknik savruluşlar sanat için kıymetlidir. Geri kalan her şey basit oyunbazlıklar, bizi anlamdan uzaklaştıracak işçilik makyajlarıdır.
4. Anlam esastır. Teknik bir amaç değil, şiirin diğer saikleriyle eşzamanlı ilerleyen bir sonuçtur.
5. Bir deney anlamı ihmal ederek sadece biçimde kalıyorsa orada yenilik şöyle dursun ancak gelenekçi bir tavrın olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut şiir ömrünü uzatmak için kendine yeni formlar buluyor, kendine yeni yaşam alanları açıyor demektir.
6. Klavye başında yapılan ham bıçkınlıklara çağın ve toplumun nabzında atan ve o nabzı hızlandıran avangardın pâyesini veremeyiz. Sanatçı bir birey olarak toplumun önünde gidebilir elbette. Bu durumda toplum değişmeye sanatçıdan başlamış demektir. Sanatçıda ilk meyvesini veren bu değişimin tohumu toplumdadır. Ve bu tohum zaman geçtikçe aynı meyveyi başka insanlarda da verecektir. İşte bu önden giden sanatçının eseri avangard olarak değerlendiriliyor. Ta ki tohum meyvelerini pek çok kişide verene ve avangard tavır vasatlaşana kadar. Bu bağlamda avangard bir zamanlama meselesidir diyebiliriz. Toplumla sanatçı arasındaki determinist ilişkide ağır basan toplumdur. Avangardın toplumla ve toplumda uç vermeye başlayan anlamla münasebeti vardır. Deney fetişizmiyle değil.
7. Sanatçının bireyselliği onun ehlileştirilmiş aşırılıklarında değildir. Sanatçıyı bireyselliğe taşıyan onun acı ile ilişkisidir. Acıdan uzakken dikkat dışarıdadır. Acı çeken kişi ise dikkatini acısına yöneltir. Acı, bizi acıya sürükleyen gücün tazyiki karşısında insan teki olarak bir başınalığımızı fark ettirir. Bireyselliğin bunca vurgulandığı bir kültür-sanat ortamında acının ifadelerine bu kadar az rastlanmasını bir çelişki olarak görmeliyiz. Bahsettiğim teklik duygusuyla acıya gösterilen dikkat ve bu dikkatin sanata dönüşmesi ise bizi topluma taşıyacaktır. Çünkü hiçbir acı sanatçıya özgü değildir.
8. Sadece trajedi gerçek bir savaşa sokar bizi. Tekniği, buluşu, mizahı, ironiyi ancak savaşıyorsa arzu ediyorum. İroninin esnekliğine, yıkıcılığına, duygusal yoğunluklarımızı dizginlemesine, ayrıntılarda derinleşmesine, ahlâkçı görünmeden bizi ahlâkî tavır almaya zorlamasına her zaman ihtiyacımız var. Fakat ironide esas olan tıpkı gülmede olduğu gibi muhatabıyla arasındaki mesafedir. Toplumsal bütün hareketliliklere ironik yaklaşmayı itiyat haline getirmiş şair, toplumu tam anlamıyla yakalayamayacağı bir mesafede kalacaktır. Merhamet ise mesafe kabul etmez. Bugün şiirimizde merhametin sıcaklığına nazaran ironinin soğukluğu daha çok görülüyor. Sokrates ve İsa arasında bir tercih yapmak zorunda değiliz. Her ikisinin de imkanlarına ihtiyacımız var.
9. Teknik züppeliğin parlak tüylerini karşı cinse sergileyen kuşlar gibi okuyucuya gösterdiği parlak kumaşına karşı yapabileceklerimiz üzerine düşünmeliyiz. Ciddi şairin bugün ödevi budur. Güya okuyucuya ulaşmak için bu yöntemleri kullanıyorlar. Madem bilgisayar ve kamera bu kadar hayatımızda o zaman haydi bunlar bizim okuyucuya ulaşmak için bir imkanımız olsun…Teknik züppenin düşüncesi bu. Halbuki acıyla kurulan doğrudan bağ okuyucuyu sanata çeker ve onu sanatı bir tavra dönüştürmeye iter. Trajik ilişkinin kurulması acıyı duyan özne ile özdeşleşmenin zeminine taşır bizi çünkü. Bu noktaya ulaşabilmiş her sanatsal eylem hayatın içine taşan bir faaliyettir artık.
10. Platon’un yazdıklarına bakalım, Sokrates’in orada kendi başına düşünmekten çok başkalarıyla konuşmayı sevdiğini görürüz. Filozof konuşuyor, şairin de ödevi bu. Şair ne zaman konuşacak? Acı içinde bir dünyanın sorduğu çetin soruları yanıtlamaya bilgisayar ekranı yetecek mi?
02.01.2024