Şiirin ne olup olmadığını bilmemiz için öncelikle ne işe yaradığını, ne yaptığını ya da yapamadığını bilmemiz gerekiyor. Sanat dalları arasında en yerel olanı da şiir olduğundan her milletin şiirini kendi içinde değerlendirmek ve o milletin yapısına göre konuşmak gerekiyor. Bu bağlamda Türk şiirinin meselesi ile Alman şiirinin, Fransız şiirinin, İspanyol şiirinin meselesi aynı değil. Şiir bizim için hayatın her alanını kaplamış, hayatta bir unsur olarak değil de uzuv olarak yer almış bir sanattır.
Tarihin bütün dönemlerine dönüp bir bakın, memleketin ve insanların kişisel olarak ne zaman ihtiyacı olsa şiir koşup gelmiş. Düğünde, toyda, savaşta, ölümde, aşkta, devrimde; ağlarken, gülerken, severken, öfkelenirken hep ilk koşup gelenin şiir olduğunu biliyoruz. Romantik bir retorik değil katı bir gerçek bu. Şairin kaderi ile şiirin kaderi bir. Ülkenin kaderi ile de şiirin kaderi bir.
Şiire ne fazladan anlam yüklüyorum ne de hak ettiğinden azını veriyorum. Olanın olduğu yerde kendi değeriyle kalması gerektiğine inanıyorum fakat bugün olup biten şeyler karşısında şiir cephesinden bir şeyler söylenmesinin elzem olduğu da bir gerçek. Evet, şiir cephe. Türkçenin cephesi. Bu cephede mevzide kalmak ise bütün şairlerin ilk görevi.
Şiir bütün varlığıyla hâlâ ve ısrarla hayatımızda dururken ona böyle hoyratça davranılmasının elbette birçok sebebi var. Modern dönemle birlikte en çok tartışılan konulardan biri olan “şiir bitti” meselesi bugün de şiir cahilleri tarafından sıkça dile getiriliyor. Her dönemde yapılan bu tartışmanın günümüzde elbette bir karşılığı ve geçerliliği yok. Bugün geçerliliği olması gereken fakat ne yazık ki olmayan tartışma, şairin mahiyeti ve şiirin sorumluluğu. Böyle bir tartışmadan uzak kaldıkça şiire hoyratça muamele edilmeye devam edecek.
İyi de bunda aslan payı kimin? Suçu hemen ötekine atmaya gerek yok. Sağda solda suçlu aramaya, okura, halka çatmaya gerek yok. Elbette onların da payı var burada fakat büyük suçlu şairin ve şiir tröstlerinin bizzat kendisi.
Bunun da birçok yönü var elbet. Şairin hangi sebeplerle şiiri terk ettiği, feda ettiği ve sattığı konusunu konuşacağız fakat şiirin seyrine doğrudan tesir eden dergicilik ve şiir editörlüğü konusu bugün asıl konuşmamız gereken konu. Dahası şiir editörü şairler ve onların zeminsiz tutumları.
Son on yılda özellikle e-kitapların çıkmasıyla dijitalleşme hızlandı. Storytel ve Kindle gibi endüstriyel ama işlevsel uygulama ve ürünler, matbu yayıncılığın karşısında yeni bir dünya inşa etmeye çalıştı. Kitaplarda matbu yayıncılığa büyük bir zarar veremese de dergicilik dijitalleşmeye büyük oranda yenildi. Sivil, bağımsız ve patronajsız bir dergi çıkarmak bugün neredeyse imkânsız. Çıkan iyi dergilerin ise okunma oranları oldukça düşük. Bu konunun da ayrıca konuşulması gerekiyor. Asıl konuşmamız gereken konu, son yirmi yılda merkez edebiyat çevresinde şiir editörlüğünün yerini “hatır editörlüğüne” bırakması, edebiyata yeni başlayacak gençlerin liyakatle değil “sadakatle” değerlendirilmesi ve edebiyatın edebiyat ve sanattan çok bir “network” olarak görülmesi. Bunlar edebiyata ve özellikle de şiire en çok zarar veren konular oldu.
Normal şartlar altında bütün sanat ve zanaat dallarında olduğu gibi şiirde de usta-çırak ilişkisi çok önemlidir. Çırak olmaya talip olan gencin usta tarafından yeteneğine, karakterine, sabır ve sebatına göre değerlendirilmelere tâbi tutularak kabul edilmesi gerekir. Usta ondan sonra kendi sülbünü devam ettirmek için çırak yahut çıraklar yetiştirir. Şiirde de böyle olmalıydı ama bütün şartlar genel yayın yönetmenlerinin çoğu tarafından sadece sadakatle itaat etmeye bağlandığı için yeni gelen gençlerin birçoğu kısır oldu.
Zamanla bu konularda daha açık konuşmak gerekecek çünkü isim isim anlatılmadığı müddetçe bu sorunların çözülme imkânı yok. Aslında şiire bütünüyle bir zarar verilmiş değil, bu kadar köklü bir sanata yirmi yılda üç beş madrabaz tarafından zarar verilmesinin imkânı yok ama çok bereketli zamanlar bunlar yüzünden yetirince insan tarafından değerlendirilemedi. Eleştiri yok oldu. Hâlbuki eleştirinin var olmadığı bir şiir ikliminin yeterince gelişmesinin imkânı yok. Sanat eleştirisinin şahsiyete hakaretle eş tutulduğu zamanları yaşadık hâlâ da yaşıyoruz. Hâlbuki metni/eseri eleştirmekle metin sahibinin kişiliğini eleştirip ona hakaret etmek aynı şeyler değil ve böyle de olmamalıydı ama bir savunma sistemi olarak korkaklık ve korkak editör ve yayın yönetmenlerinin bazıları bu sistemi geliştirerek kendilerini korunaklı alana çektiler. Bu hâl ise bütün camiaya bir virüs gibi yayıldı. “Eleştiri kötüdür!”
Şiirin teorisine hâkim olmak her şey değildir ama çok şeydir. Poetik bilgiyi haiz olmadan şiir hakkında konuşmak kuru gürültüden ibaret. Şiir, çokça emekle üzerine düşünmeyi ve eleştirip eleştirilmeyi gerektirir. Hem yazmaya niyeti olan hem konuşan için. Hüseyin Cöntürk, şair olmadan Türk şiirini en iyi bilen insanlardan biriydi çünkü şiirle ilişkisinde araya aracı koymadı. Doğrudan şiirle irtibat kurdu. Şiirden başka bir amacı yoktu. Bizdeki şairlerde şiir, şairlerin üçüncü dördüncü planında. O yüzdendir ki şiire benzeyen metin çok, şiir ve şair çok az. O nedenle ki şiirin topraklarında insanların şiirle irtibatı kopuyor.
Şiirin bıraktığı yeri doldurabilecek bir boşluk yok. Şiiri çeşitli şeylere feda eden şair de ebeden şiir tarafından yok sayılır. Bu mitik bir hikâye değil, defalarca örneğini gördüğümüz katı bir gerçek. Şiiri makama, mevkie, paraya, networke satanları çok gördük. Şiir hepsini terk etti. Onlar için bu bir problem değil ama bizim için büyük bir hisse. Özellikle şiire yeni yeni başlayanlar için şairin ne olmaması gerektiğini anlatan müthiş bir menkıbeler dizisi çünkü şiirin kendini koruma gücü birçok savunma sisteminden etkili. Şiir kusar. Şair olmayanı, şiirden daha fazla şey düşüneni, şiir üzerinden başka hesabı olanı kusar. Çok örneğini gördük bu zamana kadar. Şiir adildir.
Sosyolojik olarak da kişisel olarak da şiirin bıraktığı yeri dolduracak her şey, şiirin altında kalacak, böylece şiiri terk eden toplum ve şiirini terk eden şair, o boşluğu ömrü boyunca dolduramayacaktır.
Tablo: Antonio Gisbert Perez-Torrijos ve Yoldaşlarının Malaga Sahilinde İnfazı / 1888