Bir şair vardır. Masasında oturmuştur, önceden belirlediği bir plana göre şiirini yazmaktadır. Son dizeye ihtiyacı vardır. Her şey bir sistem içinde gelişmiştir, şansa yer yoktur burada. Uzaklara dalar, zihnini kurcalar, aklının sınırlarını zorlar, sigara yakar, uzaklara dalar, düşünür, alternatif kelimeler üretir, kelimelere yakıştırmalar yapar. Her şey bir geometrik düzen içindedir. Ayağa kalkar, volta atar, zihninde cümleler dönenip durmaktadır. Bir anda gelir dize. Bir şimşek çakar zihninde, o şimşek aradığını ona getirmiştir. Şiir bir anda tamamlanır. Paz’a göre hiçbir şey hiçlikten doğmaz. Şimşek çakımının getirdiği o sözcük daha önce nerededir? Şimşek, şiirsel olarak çakmayı nasıl başarmıştır? Şimşek nedir?
Bir şair daha vardır. O ilhama inanmaktadır. Gözleri ve kalbi, dahası zihni de dış dünyaya kapanmıştır. O kendisini “akışa” bırakmıştır. Elleri belli bir ritme dahildir, sözcükler ritme uygundur, zihniyle kalemi arasında uyum sağlanmıştır. Yavaşlık veya hızlılık, kendiliğinden gelişmektedir. Belli bir sistem vardır yine ama şair çok da farkında değildir. Şair yaptığının ne olduğunun bile farkında değildir, o teslim olmuştur. Akıntıya kendini bırakmış, sürüklendiği yere kadar gözleri kapalıdır, akıntı onu nerede bırakacaksa bırakacaktır. O yüzden bazen araya sessizlik girebilir. Şair bir sözcük eksikliğinde bulabilir şiirini. Fakat önemli değildir. Şiir, tamdır. Bir bütünlük vardır ve o bütünlük eksik bırakmayacaktır. Akıntı onu kıyıya atmamıştır henüz.
Şairin şiirinde kendisinin de bağlı olduğu bir irade mevcuttur. Bu irade hem dışsaldır hem de içsel. Bu nedenle şairin düşüncelerini denetleyemediği, sınırlarını belirleyemediği bir evre vardır. Bu evrede zamirler dahi karışmış haldedir. Bir kendi sesi vardır, bir de sen ile o’nun karışımı bir dış ses. Muğlaklığı, sesi yani ilhamı görünür kılmakta; bir yanıyla da görünemeyecek kadar gizemli kılmaktadır. Şairin varlığını bildiği, hatta hissettiği ilham, yüzeysel olarak yokluktadır. İlham gücünü muğlaklığından alır. Şair ilhama teslim olduğunda (ki teslim olmama gibi bir durum yoktur, her evrede veya evrelerin en az birinde muhakkak teslim olacaktır) kendini muğlaklığa bırakır, akış tam olarak budur. Şairin teslim olduğu akış, kendi öz benliğinde var olan bir yoldur. Şairin adımladığı her yol, benliğindedir. Şair böylece kelimeleri, dili, dış dünyayı ve insanı tanırken bir yanıyla da kendi benliğini tanımaktadır. Yüzleşme esasında kendi benliğiyle gerçekleşmektedir. İlham tüm muğlaklığıyla şairi kucaklar, onu sımsıkı sarar ve ona kendisini gösterir. Şairin ahlaksız olması buradan kaynaklanmaktadır. (Seneler evvel yazdığım bir yazıda şairler ahlaksızdır demiştim ve tek bir şairden bile itiraz gelmemişti. Çünkü kastettiğimi anlamışlardı.) Ahlak çabayla gerçekleştirilen, gerçekleştirilmesi murat edilen bir edimdir. Kişi benliğiyle yüzleştiğinde ahlakın sınırları ortadan kalkar, o tamamıyla çıplak kalır. Çıplaklığı, dilini sınırlardan ari kılar. Şair gücünü ahlaksızlığından alır. Şair için o an sadece gerçek vardır. İlhamın muğlaklığı, şairin sözlerinin muğlak olmasına sebebiyet verir. Bu muğlaklık da şairin ahlaksızlığını bürür ve şiir ahlaki bir düzeyde suret kazanır.
Şair kendisiyle karşılaşır, sonra ayrılır, sonra yeniden karşılaşır. Her karşılaşma ve ayrılma kendi içinde görüntü olarak çelişki doğururken, öz olarak parçaların birleşmesi ve bir bütün teşkil etmesi anlamına gelir. Fakat ayrılırken de karşılaşırken de nihayetinde şair kendisinden ayrı kalmıştır. Ayrı kalmışlık, ona hakiki bir göz kazandırır. Kazandığı göz, şiirin ona bahşettiği ihsandır.
Paz’ın deyişiyle şair, şiirsel yaratışın aynı zamanda hem nesnesi hem de öznesidir.
Kulak duyar, el yazar, kulağın duyduğu ses ise kendi söylediği sestir. Aynı anda iki yerde olmak, aynı anda iki fiilin faili olmak şairi dahi kılan şeydir tam olarak. İlham şairi pasif kılar mı? Duyarken evet, el itaat ederken evet. Fakat şairin o sesi duyması gerekir. Duyarken pasif olabilir mi? Hayır. Şair eğer tam anlamıyla pasif olsaydı zaten şair olamazdı. O aktifliği kadar pasifliği de başarabildiği için şiir ondan sadır olmuştur.
Görmenin önündeki en büyük engel, gözdür. Çünkü göz bakar, baktığı anda da tek bir çerçeveye hâkim olabilir. Kişinin önündeki en büyük engel de benliğidir. Benliği onu dışarıya yönlendirir ve böylece kişi benliğinin merkezine inemez. Meşgul olunması gereken özne, onu nesnelerde meşgul eder. Böylece paradoks başlar ve paradoksun sonu yanılgıda durmak olur. Şair ise meşgul olması gerekende meşgul olur çünkü onu benliği dışarıda meşgul edemez, şairi kendisiyle meşgul eder. Şair bakan değil, görendir böylece. O gözünü kapatmıştır.
Octavio Paz’ın Yay ve Lir’i şiiri ve şairi merkeze aldığı fakat insan ile hakikatin ilişkisini anlattığı temel bir başyapıt. Okunmalı çünkü hakikatin büründüğü en güzel örtü şiirdir.