“benim gönlüm senin göğüne durmuş
sağalıyor bütün yaralarım kokunla
gönlüm gözlerinin yeşilinde salınıyor
ben bir delişmen idim denizinde duruldum
şimdi bütün dalgalarım adınla yükseliyor
senin bu güzelliğin bu beni yanına çağırışın
adımı söylemeden seslenişin
hepsi tanrı buyruğu gibi”
diye başlıyordu şiir yarım kaldı
çırılçıplak bir umut, tertemiz bir geliş ve sevgi
hepsi yarım kaldı
beni korkularımdan vurdun ellerim kanadı
beni şuradan vurdun belim kırıldı
dizlerimi karnıma çektim uyudum
geldiğim yere kaçmak istedim ayaklarım kanadı
bu şiir bir irin, bitene kadar çıkmalı ve yok olmalı sonra
beni şiirden vurdun
bir uyku kaç kez bölünür bir rüya ne kadar kötü olabilir
çok kalktım ayağa düşünce, bu sefer serildim
bileklerimin gücü yok, avuçlarım patlak, tırnaklarım kırık
kavrayamam, bastıramam ve tırmalayamam
aklımda bin düşüncesiz ve gözlerim dolarak seni sevemem
işte yerdeyim çünkü tanrı değilim
beni korkularımdan vurdun içim kanadı
bir dağı yangına çeviren neyse tutup getirdim
ateş çalmadım kimseden
tutuşması gereken bir kalp vardı tutuştu
ölmesi gereken bir çocuk vardı öldü
yok edilmesi gereken iyilik vardı
yok edildi
ve bin yıllığına toprağa gömülmesi gereken merhamet
gömüldü
kaç kez kendi cehennemimi ellerimle yarattım
kaç kurşun yarası daha var bilmediğim
iyi bir şeyler kalmadı içimde öldürdün
güzel rüyalar göremiyorum
sayıklamalar, yumruklar ve bağırarak uyanmalar
çocukluğumun gözyaşlarına sırdaş
göğsüm yarılıyordu
evimin neresi olduğunu bilmiyorum
çıkıp bir yurttan bir yurda göçtüm
ait olmadım hiçbir yere
yeni uyuma şekilleri denemesi yapmak gerek
diye başlamalıydı şiir halbulki. başlayamadı
bir belin bir boynun ve karnın sıcaklığına
işte hepsi yeniden başlamak için bir sebebe sığınmıştım
yerim yurdum boynundu
“yüzün ellerimde
gözlerin tam şuramda duruyor
İşte şenliğim işte sevincim
İşte gençliğim işte güzelliğim
‘görkemli yumuşacık hafifçe huzurla’
sana yakışıyor dağları kucaklamak”
diye bitmeliydi bu şiir